Ülkemizde 1955’ten itibaren ortaöğretime geçişte merkezi sınavlar belirleyici oldu. Bu merkezi sınavlar bazen tek bir sınavla bazen birden fazla sınavla yapılarak öğrenciler ortaöğretime yerleştirildi. Ortaöğretimde farklı alandaki liseler (22 farklı) 2014 yılında tek çatı altında toplatılarak Anadolu Liselerine dönüştürüldü. Anadolu Liseleri dışında; Fen Liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Anadolu İmam Hatip Liseleri, Meslek ve Teknik Liseleri ile Sağlık Liselerine öğrenciler sınavla yerleştirildi. Türkiye’de ilk defa sınavla öğrenci alan liselerden en tanınmışları Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, Kabataş Erkek Lisesidir. Bu liseler bir dönem kendi sınavlarıyla öğrenci alırlarken daha sonra merkezi sınavların yapılmasıyla merkezi sınavlarla öğrenci almaya başlamışlardır. Fen liseleri 1964’te, Anadolu İmam Hatip Liseleri 1985’te, Öğretmen Liseleri ise 1990’dan itibaren sınavla öğrenci almışlardı. Yine, ortaöğretime geçişte 2004 yılına kadar Liseye Giriş Sınavı (LGS) uygulanıyordu. 2004-2008 arasında Ortaöğretim Kurumlarına Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS) uygulandı. 2009 yılında ise ilk defa Seviye Belirleme Sınavına (SBS) geçildi. SBS’ye kademeli olarak geçildi. İlk yılda 6 ve 7’inci sınıflarda ikinci yıl ise buna 8’inci sınıflar da dahil edildi. Sonrasında ise bu sınav sadece 8’inci sınıflarda uygulandı. Ardından ise 2013- 2014 yılında Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavına dönüşerek uygulanmaya başlandı. TEOG’dan önce 5 ders ağırlıklı sorular soruluyordu; Matematik, Fen, Türkçe, Sosyal Bilgiler ve Yabancı Dil. TEOG’la birlikte bu 5 derse Din KAB de eklendi. TEOG’da iki farklı sınav yapılıyordu; 8’inci sınıf birinci dönem ve 8’inci sınıf ikinci dönem merkezi ortak sınavlarında öğrencilerin aldıkları puanlar, okul başarıları ortalamasıyla beraber bir yerleştirme puanı hesaplanıyordu ve bu puanla öğreniciler liselere yerleştiriliyordu. Bütün bu sayılan sınavlara katılan öğrenciler ergenlik döneminde olan, fiziksel ve ruhsal gelişim sorunları ile uğraşan yaş grubu öğrencileridir. Bu yaş grubunun sınavlarla boğuşmak zorunda bırakılması ciddi sıkıntılara yol açmaktadır. Kaldırılan sınavın yerine nasıl bir sistem gelecek henüz belli değil ancak 8. Sınıf öğrencileri, eğitimciler ve ebeveynler sistemi merakla beklemektedirler.
Son 15 yıllık tek partili hükümet (AKP) iktidarında bile eğitimde altı bakan değişikliği oldu. Bu süre içinde 4 defa sınav sistemi 3 defa da müfredat değişti. Bugün yapılması gündemde olan değişiklikle beraber ortaöğretime geçiş sistemi son 15 yılda 5 kez değişmiş olacak. Aslında toplamından baktığımızda eğitimdeki bu denli hızlı değişimleri hükümetlerin bir eğitim politikasının olmadığını ve günübirlik değişiklikler ile yakalanmaya çalışılan başarı hiçbir zaman gelmeyecektir. Bakanlığın burada yapması gereken; STK’ların, eğitimcilerin, bilim insanlarının, akademisyenlerin (sadece yandaşlardan oluşmayan) katıldığı çalıştaylar düzenleyerek buradan çıkacak öneriler doğrultusunda uzun vadeli ve ihtiyaç temelinde ciddi bir eğitim politikası oluşturmaktır. Yoksa günü birlik politikalarla eğitimde yapılan değişliklerin eğitimin kalitesine bir milim yararı dokunmaz. Gelişmiş ülkelerin eğitim sistemleri incelendiğinde nerelerde eksikliğe düştüğümüzü görebiliriz. Ülkemizde her değişen sistemle öğrencileri sürekli olarak sınavlara ve bu sınavlara hazırlık için de özel derslere yönlendiriliyor. Dershaneler kaldırılsa da özel derslerle, özel kurslarla yine sınav hazırlıkları devam ediyor. Sınavların adı değişiyor ama özel derslere olan ihtiyaç bir türlü ortadan kalkmıyor. Buda şunu gösteriyor, Milli Eğitime bağlı okullarda öğrenciler yeterli eğitim alamıyorlar.
Öğrenciler ilgi, yetenek ve becerilerine göre istediği alana yerleştirilerek eğitimleri sağlanmalıdır. Türkiye gerçekliğine baktığımızda ise bugüne kadar böyle bir bakışla eğitime yaklaşılmadığı ortadadır. Türkiye’deki öğrencilerin ancak %5’i Fen Liselerine yerleşebilir. Anadolu Liseleri içinde de iyi lise diyebileceğimiz liselere yerleştirilen öğrencilerin oranı %10’u geçmez. Yani, %15 öğrenci iyi liselere yerleşir geri kalan %85 öğrencinin bir kısmı kendilerine yakın olan Anadolu liselerine yerleşecekler. Anadolu liselerine yerleşemeyen öğrenciler ise ya İmam Hatip Liselerine ya da Teknik Meslek Anadolu Liselerine yerleşmek zorundalar. Burada tabir caizse ‘elek altı’ öğrenci diyebileceğimiz bir öğrenci kitlesi zorunlu olarak ya İmam Hatip Liselerini ya da Teknik Meslek Anadolu Liselerini tercih etmek zorunda bırakılıyor. Tabii ki, bu liselerin de istisna olarak iyi olanları var ama istisnalar dışında şuan fiili durum bu şekildedir.
‘TEOG yaklaşık iki milyonun üzerinde öğrenciyi örgün öğretimden koparmıştır’
Bir başka husus, İmam Hatip Liselerinin sayısını arttırmasıyla birlikte kontenjanlar yükseldi ancak yine de bu okullara tercihler beklenenin çok altında kaldı. Bugün bir İmam Hatip Lisesine gittiğinizde sınıf mevcudu 15-20 iken, bir Anadolu Lisesine gittiğinizde sınıf mevcudunun 35- 40 olduğunu görüyorsunuz. Başarı sırlamasında da İmam Hatip Liselerinin başarı oranı oldukça düşüktür. Liselerin taban puanlarına baktığınızda da bu durumu rahatlıkla görebilirsiniz. TEOG eğitimin sorunlarını ne kadar çözdü, İmam Hatip Liselerinin durumuna ilişkin bu verdiğimiz örnek dahi sorunu çözemediğini göstermeye yeter. Yine, TEOG’la birlikte 1 milyon 250 bin öğrenci eğitime devam etmedi. 1 milyona yakın öğrenci de açık liselere giderek örgün öğretimden koptu. Yani, TEOG yaklaşık iki milyonun üzerinde öğrenciyi örgün öğretimden koparmıştır. Açık liselere yerleşen öğrencilerin bir kısmı istedikleri liselere yerleşemedikleri bir kısmı ise adres bölgelerinde tercihen gitmek istedikleri bir okul olmadığı için açık liseyi tercih etmişlerdir.
TEOG değiştiğinde sorunlar çözülecek mi?
Hayır, çözülmez, çünkü siz ekonomik bir model yaratmadan, öğrencilerin ilgi, yetenek ve becerileri gözetilerek bir eğitim sistemi oluşturulmadan bu sorunlar çözülmez. Şuan Türkiye’de gözde olan meslekler var ve herkes buralara yerleşmeye çalışıyor. Aslında bütün meslek gruplarında çalışan emekçilerin ücretleri birbirine yaklaştırılsa belli mesleklere öğrenci yığılması olmayacak. Haliyle de insanları elemeye gerek kalmayacak. Bir doktorla bir bahçıvanın ya da bir işçinin maaşı arasında uçurum olmazsa ya da bir veterinerin, avukat, terzi veya temizlik personelini toplumdaki statüleri birbirine yakın olsa bu yığılmalar da olmayacak. Meslek tercihlerinde belli bölümlere yığılmalar olmayınca sınavlara da gerek kalmayacak. Sınav sisteminin Türkiye’de olmasının tek nedeni belli mesleklerde yaşanan yığılmalardır. Her öğrenci gelecekte mutlu olabileceği, istek, yetenek ve becerilerine göre kendine bir meslek tercih edecektir ve böylece sınavlara da ihtiyaç kalmayacaktır.
Dünyada sınavsız üniversite örnekleri…
Bu bahsettiğimiz modelin dünya ülkelerinde örnekleri yok mu, var. Avusturya, buna örnektir. Avusturya’da ilkokuldan sonra öğrenciler, öğretmenlerinin görüşleri alınarak ilgi, yetenek ve başarılarına göre liselere yerleşir. Bir kısım öğrenci ise mesleki eğitimin yapıldığı ortaokullara yerleştirilir. Bütün bu öğrenciler lise bitirme sınavlarına girerler ve buradan mezun olanlar istedikleri bölümlere yerleştirilirler. Burada kilise bitirme sınavları kesinlikle objektif kriterlere göre yapılır ve hiçbir kayırmaya mahal verilmez. Başbakanın çocuğu da olsa lise bitirme sınavını geçemeyen hiç kimse üniversiteye giremez. Yani, kimseye herhangi bir imtiyaz yok. Yine, Finlandiya’da, Almanya’da, Japonya’da buna benzer örnekler var. Dediğim gibi insanların meslek tercihlerindeki ekonomik kaygıyı ortadan kaldırdığınızda insanların belli meslek gruplarını seçmek için birbirleriyle yarışına da gerek kalmayacak ve haliyle sınavlara da ihtiyaç kalmayacak.
Eğitim sistemindeki sorunların kalıcı bir çözümü için Eğitim-Sen olarak çözüm önerileriniz nelerdir?
‘Türkiye’de nüfusun %35’i öğrencidir’
Öncelikle köklü bir eğitim politikasının belirlenmesi gerekiyor. Bu planlama yapılırken de toplumun tüm kesimlerinin görüşleri alınmalıdır. Türkiye’de nüfusun %35’i öğrencidir. Ülkemizde neredeyse 3 kişiden biri öğrencidir. Öğrenci nüfusunun böylesine yüksek olduğu bir ülkede ciddi anlamda bir eğitim politikasının olmaması büyük bir eksikliktir. Eğitim politikası oluşturulurken, hükümete yakın olan olmayan herkesin görüşüne başvurulmalıdır. Toplumdaki tüm farklılıkların gözetilmesi gerekir. Son 15 yılda eğitim sisteminde yapılan değişikliklere baktığımızda adeta öğrenciler kobay olarak kullanılmıştır. Öncelikle bu anlayıştan vazgeçilmesi gerekir. Toplumun tüm kesimlerinin görüşleri, önerileri alınarak hazırlanan eğitim politikasıyla belirlenen sistemin uygulanmaya konmadan önce de pilot uygulamaları yapılmalı ve sistemin eksiklikleri açığa çıkarılmalı. Yani, bu pilot uygulama sırasında sistemin aksaklıkları giderildikten sonra yeni sisteme geçilmelidir. Yine, müfredatın da bilimsel bir içeriğe kavuşturulması gerekiyor. Tabii ki, en temel olan ise insanların meslek seçimlerinde ekonomik kaygıların ortadan kaldırılmasıdır. İnsanlar ekonomik kaygılarla değil, istek, yetenek ve becerilerine göre meslek tercihi yapmalıdırlar.”
Zülküf GÜNEŞ
1 No'lu Şube Örgütlenme Sekreteri