Böyle bir başlık klasiklerle ilgilenmiş herkese Tolstoy’un “ İnsan Ne ile Yaşar? “ eserini anımsar. Ancak, gerçeklik bazen sözcüğün anlamını aşar. Sendika denince de birçoğumuzun fotoğrafik zekalarının hareket alanını canlandırır: Büyük işçi yürüyüşleri, fabrika direnişleri, istasyonlarda, hava alanlarında beklemede kalan kitleler… ve gözlerinde güzel günlerin direniş meşalesi tutuşmuş devrimciler… Bu uzadıkça uzayabilen methiyelerin ve gerçekçi hak aramanın en belirgin hafıza tazeleyicileri olabilir.
Türkiye’de Aç-Kapa sistematiğinde sürekli kesintilere uğramış sendikal mücadele bazen toplumsal-siyasal mücadelenin öncüsü, bazen de okulu olmuştur. Kimi zaman da emekçilerin biricik umudu, kurtuluş ve zafer şiarı. Ancak kapitalizmin amansız istilası ve sürekli bukalemun misali kılıktan kılığa girerek yarattığı yabancılaşma, muhalefeti ve bunun emek alanını ( sendikaları ) sistemin birer ideolojik aygıtına dönüştürmüştür.
Yıllar önce duyduğum bir anekdotu söyle anımsarım “ Sendikalar emekçilerin ideolojik hapishaneleridir.” duyduğumda iki yönlü tepkiliydim. Çünkü özgürleşmenin emek alanındaki önemli araçlarından biri nasıl olur da bir “ideolojik hapishane”ye dönüşebilirdi. Bir diğeri “acaba bu neo-liberalizmin yeni saldırı konseptinin formülü müydü?” Her iki durum da 1970-1980’ler için düşünüldüğünde olası durumlardı. Sendikalaşmaya karşı; özelleştirme, hak arayışına karşı; “hakseverlik” ya da “yardımseverlik” bu dönemin manipüle araçlarıydı. Bu süreçte hızlı bir şekilde ilerlemeye başlarsak 90’ların başından itibaren küllerinden doğan yeniden mücadele ve örgütlenme çabası ile, Türkiye’de yeni liberal anlayışın önünde barikatlar örmeye başlanmıştı. Fiili mücadele ve toplumsal mücadelenin bileşenleri hızla saflarda birleşirken Kağıttan Sendikalar kurulmaya ve emekçileri bölme çalışmaları başlamış, sendikal mücadeleyi de bir sadece ekonomik hak arama aracına dönüştürme girişimleri hız kazanıyordu. Onlar için sendikalar var olan iktidara kolay ulaşma aracı ve iktidarın bu alandaki deyim yerindeyse “kolluk güçleri”, emekçileri sınıfa/emeğe, yabancılaştırma araçlarıydı. Son birkaç yılda dünya sendika tarihinde görülmemiş hızda büyüyen sendikalar türedi. Bazen bunlara sendika demek insana zor geliyor ama emekçiler bir şekilde aldatılarak ve bazı hassasiyetleri kullanılarak buralarda örgütlenmiş olmaları, bizim tarihsel mücadele ve bilgi birikimine rağmen emekçilere yeteri kadar örgütleyemediğimiz için kendi eksikliğimize yanmak gerekir diye düşünüyorum. Uzatmadan, bilineni hatırlatmaktı amacım. Ancak bilineni hatırlamak yetmez diye biliyoruz ve bunu değiştirmek gerektiğini de.
Eğer başa dönecek olursak; sendikalar, ekonomik taleplerin küçümsendiği, siyasal mücadelenin ötelendiği, Kürt sorunu gibi temel bir sorunun çözümünün başka baharlara bırakıldığı bir ücret sendikacılığı aç kalmaya mahkumdur. Egemen iktidarlar muhalefet , muhalif örgütler ve kendilerine “ücretli köleler” saydığı emekçilere devlet bürokrasisinin bakışı “ koynumda yılan besliyorum “ mitinden başka bir anlam ifade etmez. Oysa büyük Ozan: “ onlar engerekler ve çıyanlardır /onlar aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır” demişti yıllar önce. Aşımıza ekmeğimize sahip çıkmanın birinci yolu özgürlüğümüze sahip çıkmaktır. Bu özgürlüktür ki hiç başka bir şeyle değiştirilmeyen ve vazgeçilmeyendir. Bu özgürlükten vazgeçmenin tek bir yolu daha fazla özgürlük içindir. Daha fazla ekonomik talepler ve hata kazanımlar “ sokağa çıkma yasağı” olan bir anda hiçbir bir değer ifade etmez Her emekçinin çok iyi bildiği bir şey varsa oda ; kendi emeği üzerinde söz ve karar sahibi olmadan hiçbir kazanımın garantisi olamayacağıdır. Bunun yol ve yöntemi kendi için mücadele etmektir. Aksi halde küçük çıkar ve oyalamalar yeniden yeniden emek hırsızlarının çalıp çırpmalarından başka bir işe yaramayacaktır. Deyim yerindeyse eğer omlet yemek istiyorsak muhakkak yumurtaları kırmalıyız. Yoksa toplu konut idaresinin bir şubesi gibi çalışmak değildir bizim işi. Grevde, direnişte olmaktır. Emekçinin günü kurtarma lüksü olamaz, Emekçi dünyayı, emperyal güç ve işbirlikçilerinden kurtarma mücadelesini yükseltme kararlılığında olmak zorundadır. Ancak sistem karşıtı hareketlerin birer gönüllüsü olarak özgürlüğünü ve gününü kurtarabilecektir. Aksi durumda yıllardır süren sömürü ve hırsızlığın devamı demektir.