TR Kurdî EN
SON HABERLER

Ezene Karşı Ezilenin Ulusal Kimlik Oluşum Aşamasında Fanon’un Lanetlileri Üzerine 20.02.2014

Hazırlayanlar: Eylem MERT KILINÇ- Serfiraz TOKDEMİR 
Ekzistanyalist felsefenin avangard düşünürlerinden ve de “Varlık ve Hiçlik” kitabının yazarı  Jean Paul Sartre'ın Yeryüzünün Lanetlileri kitabının önsözünde (Fanon 2001 s. 7-26)  “Fanon’un kitabının son bölümünü okuduğunuzda, sefaletin doruğundaki bir yerli olmanın bir eski sömürgeci olmaktan çok daha iyi olduğunu kabul edeceksiniz” (Fanon 2007 s. 29) dediği Yeryüzünün Lanetlileri, iki nüanslı şiddeti açıklar; birincisi kitabın ilk bölümünü oluşturan ve sömürge ülkelerin sömürgecilere karşı savaşımındaki şiddeti açımlayan " Şiddet Üzerine" (s. 31-87) başlıklı bölümdür. Temelini "Sömürgesizleştirme" kavramının temellendirilmesinden alan bu bölümde birde "Uluslararası Bağlamda Şiddete ilişkin" alt başlığı (s. 89-99) yer almaktadır. Kırsal örgütlenme ile kentsel örgütlenmenin mücadele diyalektiğine göndermelerde bulunan kitabın ikinci bölümü “Kendiliğindenliğin Güçlülük ve Zayıflıkları” (s. 101-137) Ulusal burjuvazinin batı burjuvazisinin ekseninde döndüğü süre içinde, kendi ulusal kimliğinin sakat bir kimlik ve bilinçten öteye bir praksise gidemeyeceğini söyleyen F. Fanon. Bu bağlamla kitabın üçüncü bölümü “Ulusal bilincin kötü serüvenleri” (s. 138-188)  Kitabın dördüncü bölümü “Ulusal kültür üzerine” bir de “ Ulusal Kültür ile Özgürlük Mücadelelerinin Karşılıklı Temelleri” alt başlığı (s. 189-229)  Kitabın beşinci bölümünü oluşturan "Sömürge Savaşı ve Zihinsel Bozukluklar" (s. 231-294) başlığı altında ise, sömürgecilerin uyguladıkları en yaygın şiddet biçiminin, işkencenin ve baskının Cezayir'de yaşanan örnekleri ve tedavileri konusunda yapılan faaliyetler toplanmış. Bu bölümde bilinen fiziki işkencelerin yanı sıra, ilaçla işkence, beyin yıkama gibi yöntemler de kısaca detaylandırılmıştır ki, özellikle "psiko-sosyoloji okulu" konusundaki dipnot ve "beyin yıkama yoluyla işkence" başlı ğındaki "aydınlar için: işbirliği rolü oynamak" alt başlıklarında detaylı çalışmalar bulunmaktadır. 

Kitabın ilk sayfalarından başlayarak şiddetin aygıtlarını sömürgeci iktidar, sömürülen halklar üzerinde uygulamaktadır. Totaliterizm ve totaliterizmin kaynaklarının hakimiyet kurma süreçlerinde egemen sınıflar, ezilen sınıfı işkence ve sömürü anlayışıyla gözetim ve baskı altında tutumuşlardır. Ezilen sınıflarda bu baskı sınıfının gücünü zayıflatmak ve egemenlerin hakimiyetini kırabilmek için şiddete başvurmak zorunda kalmışlardır. J Paul Sartre, bu şiddeti olağan meşru ve kabul edilebilir bir anlayış olarak görse de Hannah Arendt gibi marksistler günümüz dünyasında şiddetin bir amaç değil araç olarak kullanıldığını; “şiddetle bir dünya, ancak daha çok şiddetin varolduğu bir dünya olur.” F. Fanon tam bu noktada Yeryüzünün Lanetlileri kitabının ilk bölümünde bu konuya kendi     penceresinden ve yaşadığı toplumun gözlerinden bu nosyonu irdelemektedir. Kendisi, üçüncü bir dünya ülkesi dedikleri(emperyalist anlayışa göre) Afrika kıtasının Cezayir vatandaşıdır. Başta Afrika kıtası olmak üzere sömürülenler uzun yıllar sömürgecilerin baskısı altında kalmış, emperyalist ülkelerin kötü ve kirli emellerinin arka bahçesi olmuşlardır. 

Avrupa kıtası her ne kadar demokrasinin beşiği olsa da kendi halklarının refah ve huzuru için başka hakları esaret ve sömürü altında tutmuşlardır. F. Fanon Yeryüzünün Lanetlileri kitabında yaşadığı ezilmişliği kendi içinde yaşadığı nevrozlara dönüştürmüştür. Kendiside bir lanetli ve lanetlinin diliyle kurtuluşa gidecek yöntemleri iğneden ipliğe kadar irdelemiştir. Şiddeti meşru bir müdafaa hakkı olmaktan ziyade şiddet kavramının analitiğini yapmıştır. “Şiddeti adet edinmiş sömürgeci ve egemenlere karşı mazlumların verdiği şiddet refleksleri o toplumları tedavi eder, ezilmiş halkı aşağılık kompleksiden umutsuzluktan ve eylemsizlikten kurtarır. Onu korkusuz kılar, özgüvenini tekrar kazanmasını sağlar.”
 Bu aşağılık kompleks ve ezilmişlikten kurtulmak için F. Fanon, “şiddetin yaşamın bir öğesi olduğunu vurgular.” Toplumlar arasındaki farklıkların normalleşmesi ile birlikte şiddetin ortadan kalkabileceği vurgulanmıştır.  

Sömürülen toplulukların kaderine boyun eğmemeleri için hem dışarıdan hem de içerden sömürülenlere karşı ortak bir mücadele şiyarıyla hareket etmelidir. Jean Paul Sartre’ın Yeryüzünün Lanetlileri kitabının önsözünde yazdığı gibi “Sömürüye sıkılan ilk kurşun bir taşla iki kuş vurmak gibidir; hem sömürgeciyi öldürürsünüz hem de kendi içinizdeki sömürüleni yok edersiniz.” 

Sömürgecilik düşüncesi her dönemde kendini şiddetle ifade edebilmiştir. Varlık sebebi şiddetle birlikte filizlenmiştir. Bunun önüne geçebilmek için ancak ondan daha güçlü bir fikirle içindeki mücadele ruhu güçlendirilir. Fanon ‘a göre sömürgecilik “düşünen makine değildir, akıl sahibi bir beden değildir. O doğal haldeki şiddettir ve ancak daha büyük bir şiddetin önünde eğilebilir.”

Devletin ve iktidarın kendi oteritesini ayakta tutabilmek ve başkasının ona hizmet edebilmesini sağlamak için kendi güvenlik kollarına başvurur. Fanon’un dediği gibi “Sömürgelerde sömürgenin muhatabı sömürücünün ve baskı rejiminin sözcüsü ya jandarmadır ya da askerdir.”

Sömürücü teşhircidir. Güvenlik endişeleriyle sömürge halkına “Burada efendi benim”i yüksek sesle hatırlatır. Sömürgeci, sömürge halkındada dışarıya çıkmasına izin vermediği öfkeyi canlı tutar. Sömürge halkı sömürgeciliğin sık dokunmuş örümcek ağı içine sıkışmıştır. Ama sömürgecinin içsel olarak sahte bir duyarsızlaşmaya ulaşabildiğini görmüştük. Sömürge halkının kas gerilimi dönem dönem kabileler, klanlar ve bireyler arası kanlı kavgalarda patlar.

Sömürgeci burjuvazi sömürülenlerin iç dinamiklerinden yararlanarak sürekli onlara telkinlerde bulunulması için din adamlarının dini ritüellerinden faydalanır. Sanki bu dünyaya ezene hizmet etmek için yaratıldıklarını söylemektedirler. Verilen telkinler onlarda müthiş bir kadercilik anlayışı yerleşmiştir. F. Fanon’a göre “Sömürgeci burjuvazi sömürgecilerin sakinleştirilmesinde dinden de yararlanır. Sömürge halkı din sayesinde sömürgeciyi dikkate almamayı başarır. Kadercilik ezenin tüm sorumluluğunu ortadan kaldırır, kötülüklerin, sefaletlerin ve yazgının nedeni Tanrı’ya bağlanabilir. Birey bu şekilde Tanrı’nın buyurduğu yıkımı kabul eder, sömürgecinin ve yazgının önünde eğilir, içsel yapısının bir anlamda yeniden yapılanmasıyla taş gibi sakinleşir.”

Hayatının her ayrıntısını sömürgeci sömürene öğretmiştir. Sömürgeci zihniyet sömürülen için bir protetiptir. Sömürülen sömüreni taklid ederek onları yerliliklerinden kurtulup medinileştireceğine inanır. Ancak genel itibari ile sömürgeci anlayış şiddetle ve şiddetin argümanları ile model olduğu için bu seferde bumerang gibi uyguladığı şiddet  kendisine geri döner. F. Fanon bu detayı gözden kaçırmamış.  “Sömürge özgür olmak istiyorsa izlemesi gereken yolu ona sömürgeci göstermiştir. Sömürgecinin seçtiği mantığı ona sömürgeci göstermiştir ve şimdi de ironik bir tersine dönüş ile sömürgecinin şiddetten başka hiçbir şeyden anlamadığının söyleyen sömürge olur.”

Emperyalizm bir ulusu, halkı ve milleti sindirmek için asimilasyon politikalarına başvurur. Kendi dilini ve kültürünü ikonlaştırarak sömürülen sınıfı kendi kültürüne hayran bırakır. Jean Paul Sartre önsözde şöyle söyler “Sömürgelerdeki şiddet bu köleleştirilmiş halkı sindirmeyi amaçlamakla kalmaz, aynı zamanda onları insanlıktan çıkarmayıda amaçlar.Onların geleneklerini yok etmek, onların dillerinin yerine kendi dilimizi geçirmek ve kendi kültürümüzü bile vermeden onların kültürünü yok etmek için herşey yapılır; aşırı yogunlukla sersemleştirileceklerdir.”

Sömürgecinin işi sömürgenin özgürlüğü düşlemesini bile olanaksız kılmaktır. “Ne sömüren aynı kalacaktır ne de sömüren diye eşsiz bir önerme ortaya atan düşünürdür.”                                         Tarihteki olayları olgulasal olarak incelersek dönüpte arkamıza tefferuatlı bakmamız gerekir. Walter Benjamin’in dediği gibi “Tarihi yazanlar egemenlerdir.” Hakkaniyet fikri yeryüzünde hakim olmadığı sürece ezenle ezilenin mücadelesi bitmeyecektir. F. Fanon haklı olarak marksizmin fikirlerinden de beslenerek sınıfsal mücadelelere göndermelerde bulunur. “Hakkı olanı istemek, insanoğlunun onurlu bir varlık olduğunu yaşamak mücadelesinin en temel öğesi. Muhtemeldir ki ilk insandan beri bu öyle ve insanoğlu hakkı olana sahip olmayanlar, hakkı olana sahip olanlar ve hakkı olandan fazlasını gasp edenler olarak sınıflara bölündü.”

Fransa’nın ulus devlet anlayışıyla kolonyalist akımlara yönelerek afrika kıtasında sömürge avına çıkmıştır. Afrika kıtasının insan gücü ve yeraltı madenlerinden faydalanmış. Oradaki hakimiyetini kalıcı ve güçlü hale getirmek için kendi kültür ve dilini onlara dayatmıştır. “ Fransa’nın sömürgelerdeki ulusçuluk anlayışının ve sömürgeleştirdiği halk üzerine; kendi ideolojisini empoze etmeye çalışmıştır. Oradaki iktidarı elinde bulnduran şeyh ve kabile reislerini kendi tarafına çekerek kendi sömürgecilik anlayışını hakim kılar. Bu seferde kendisinin yabancı olduğu bir coğrafyada ve kültürde o coğrafyanın ve kültürün içinde olan birilerinin iktidarı üzerinden kendi ideolojik ve asimilayoncu palitikalarına taşeron arar.”

Kır halkı şehirlilere güvenmez. Avrupalı gibi giyinen, onların dilini konuşan, onlarla yan yana çalışan, bazen aynı bölgede yaşayan şehirli insanı, ulusal mirası oluşturan herşeye ihanet etmiş bir dönek olarak görür. Şehirliler, işgalciyle iyi anlaşan ve sömürge sistemi koşullarında başarılı olmak için ellerinden geleni yapan “hainler, satılmışlar” dır. Bu nedenle şehirlilerin ahlaksız olduğunu kır halkının ağzından sık sık duyarız. Karşı karşıya olduğumuz şey, şehirle kır arasındaki geleneksel karşıtlık değildir. Sömürgeciliğin avantajlarından dışlanan sömürge insanıyla sömürge sistemini kendi yararına çevirmeyi başaranlar arasındaki karşıtlıktır. Dahası sömürgeciler bu karşıtlığı milliyetçi partilere karşı mücadelelerinde kullanırlar. Doğa insanları, köylüleri şehirlilere karşı harekete geçirirler 
Tarih bize öğrettiği şey sömürgeciliğe karşı savaşın hemencecik bir ulusalcı perspektife bürümediğidir. 
Az gelişmiş ulusal bilincin adeta kalıtımsal olan klasik zayıflığı yalnızca sömürge resminin sömürge insanını bozmuş olmasının sonucu değildir. Aynı zamanda ulusal burjuvazinin tembelliğinin bilgisizliğinin ve zihninin karışıklığının sonucudur.
Sömürge ülkelerde zevk ve düşkünlük eğilimi burjuvaziye egemendir. Bununda nedeni psolojik olanda, ulusal burjuvazinin kendisini düzeyine ulaşmış olduğu Batı burjuvazisiyle özdeşleştirilmesidir.

Fanaon sonuç olarak şöyle özetliyor: “Üçüncü Dünya yeni bir insanlık tarihine başlıyor: Avrupa'nın ileri sürdüğü  tezleri dikkate alan, fakat onun işlediği suçları da unutmayacak olan bir tarihe. Avrupa en korkunç suçunu insanın yüreğinde  işledi. Kollektiflik çerçevesinde farklılaşmalar, katmanlaşma ve sınıfların beslediği kanlı gerilimler vardı; ve son olarak sınırsız insanlık ölçeğinde ırkçı nefretler, kölelik, sömürü ve hepsinin ötesinde de bir buçuk milyar insanı yok eden kansız soykırım vardı. Öyleyse, ilhamını ondan alan devletler, kurumlar ve toplumlar yaratarak Avrupa'ya haraç vermeyelim. İnsanlık bizden böyle bir karikatür taklidin dışında başka şeyler bekliyor.” 

KAYNAKÇA: ,
Franz FANON, Yeryüzünün Lanetlileri, Avesta yayınları, 2001 Hannah AREND, Şiddet Üzerine, İletişim yayınları, 1996                                  
Tülin BUMİN, Hegel, Yapı kredi yayınları, 1998
 
Bu yazıyı paylaşın :